12 Eylül 2019 Perşembe


Eğitim Koçluğu Nedir?
Öğrencinin kendi isteği esas alınarak rehber öğretmen ve öğrenci arasında yapılan görüşmelere eğitim koçluğu denir. Peki bu görüşmelerin içeriği nedir?
Okul başarısının takibi ve arttırılması,
Sınav başarısı,
Sınav kaygısı,
Aile içi iletişimde yaşanan sorunlar,
Sosyal, kültürel faaliyetler,
Akran ilişkileri ve sosyalleşme,
İlgi ve yetenekleri belirleme,
Etkili ve verimli ders çalışma… vb
Eğitim koçluğunda amaç öğrencinin gelişimini sağlamaktır. Öğrencinin bu süreçte kendi isteği ile koçluk sistemini ve sorumluluklarını kabul etmesi gerekmektedir. Aksi taktirde tek taraflı ilerleyen bir süreç olmadığını belirtmekte fayda vardır.
NEDEN EĞİTİM KOÇLUĞU?
Orta yaştaki birçok insan zamanında kendisine gidecek olduğu üniversite, bölüm konusunda yardımcı olacak rehber öğretmenlerinin olmadığını belirtir. O yüzden mesleğini layığıyla yapmayan ya da yaptığı işten mutlu olmayan bir çok meslek çalışanı olduğunu belirtirler. Doğruluk payı var mıdır? Tabiki de vardır. Ama o dönemlerden günümüze iyi puanlar alıp istedikleri üniversitelere ve bölümlere gelen insanlar da vardır. Günümüzde ise durumun biraz daha değiştiğini ve şekillenmesi gerektiğini belirtmek gerekiyor. Neden mi değişen sınav sistemi ,  öğrencinin istekleri, ailenin beklentileri, kısa yoldan para kazanma isteği, ‘ acaba ben bu mesleği yapabilir miyim’ düşünceleri yer almıştır. Bu sistem ister istemez öğrencilerin sadece sınav odaklı değil öncesini ve sonrasını düşündükleri karmaşık ve stresli bir sistem olarak karşımıza gelmektedir.
                Bu noktada öğrenciler kendilerini dinleyecekleri, farklı bakış açılarına ihtiyaç duymaktadır. Eğitim koçu öğrenciyi tanıdıktan sonra yeteneklerini keşfetmesini sağlayan uzman olarak öğrencilerin yanındadır.  Koçluk sisteminde karşılıklı güven ve özveri gerekir.
                Her insanın kendi içinde keşfedilmeyi bekleyen bir yeteneği vardır. Ancak içinde bulunduğumuz zaman, çevre, aile, okul,öğretmenler,arkadaşlar bazen bu yeteneklerin ortaya çıkmasında olumlu oldukları gibi maalesef olumsuz oldukları zamanlar da olmaktadır. Bu durumu en çok gerek lise gerek üniversite tercihlerinde yaşamaktayız. Bu anlamda tercih dönemlerinde özellikle aileleri de sürece katmaya çalışıyorum. Çünkü ebeveynlerin çocuklarının ne istediklerini bilmesi gerektiği gibi çocukların da ailesinin imkanlarını göz önünde bulundurması gerektiği kanaatındayım.  Öğrencimin biri; üniversite tercihleri yaparken ailesinin asla İstanbulda okutamayız  sözüne karşılık, yaptığımız tercihleri değiştirerek  11. Tercihine İstanbul sınıf öğretmenliği yazması ve o tercihinin tutması sonucunda ailenin biz sana söylemiştik sözleri ile üniversiteye göndermemesi  bir yılına malum olmuştu. Bu gibi üzücü örnekleri yaşamamak adına koçluk sisteminde sadece koç, öğretmen değil ailenin de sürecin içinde olması gerektiğini belirtmekte fayda var.
                Eğitim Koçu öğrencinin kendisinde olan başarma inancını destekler . Her öğrencinin bazı dönemlerde motivasyonu düşebilir bu gayet doğaldır. Bu noktada eğitim koçu öğrenciyi motive ederek olumlu bakış açısına sahip olmasını sağlar. Bunu öğrencinin kendisini keşfetmesini sağlayarak yapar. Bu keşif öğrenciye doğru sorular sorarak gerçekleşir.
Neler yapmaktan hoşlanırım?
10 yıl sonra kendimi nerede görüyorum?
Neler yapabilirim?
Hangi meslek bana uygun?
Nereden başlamam gerekiyor?
Ne gibi sorumluluklarım var, sorumluluklarımın farkında mıyım ve bunları yapıyor muyum?... vb sorularla öğrencinin kendisini eleştirmesini ve kendisinin farkında olmasını sağlar.
Kısacası eğitim koçu(öğretmen)  öğrenciye yeni bir şey öğretmez, ünlü filozof Sokrates’in de dediği gibi öğrencide var olanı ortaya çıkarır.
Sokrates öğretmenlere der ki;
Öğrencilerinize bir şey öğretmeyin, onların düşünmelerini sağlayın. Çünkü onlar düşünmeye başlarsa zaten kendi çabalarıyla öğrenirler. Ve çaba sonucu öğrenilen bilgi, en kalıcı olur. Asla silinmez.




11 Eylül 2019 Çarşamba

Kitap Sevgisi

       Ortaokul üçüncü sınıfta Türkçe öğretmenimin şubat tatilinde okumamız için ödev olarak verdiği bir kitap vardı. 'Montain Denemeler'' bu kitap okunacak ve kitaptan ne anladığımız yazıya dökülecek tatil dönüşünde öğretmene rapor olarak teslim edilecekti. O yaşıma kadar çok fazla kitap okumadığımı itiraf edebilirim. Ve yine üzülerek itiraf ediyorum bu kitabı sırf okumuş olmak için okudum. Doğal olarak pek bi şey de anlamadım. Anlamış gibi yaparak bi şeyler de yazdım. Ödev başarıyla teslim edildi.
         Okuma alışkanlığı çocuklarda aile ortamında başlar. Anne ve babamın gazete okumaları hatta babamın elinde zaman zaman gazeteden kuponla biriktirdiğimiz  Büyük Larousse Ansiklopedilerini de görmüşlüğüm vardı. Ama nedense o dönemlerde ben de böyle bir alışkanlık bir türlü başlayamadı. Taki ne zaman lise yıllarımda okul çıkışlarında okul arkadaşlarımın bolca bahsettiği ve simit arabası ile simit ... vb satan bir abi ile tanışana kadar. Annem her ne kadar bu abinin ajan olduğunu iddia etse de bence ergenlik döneminde biz gençlerin sorunlarını dinleyen onlara yol gösteren ve bu  yolu kitaplarla açan ve diğer arkadaşlar da olduğu gibi bende de saygı değer bir yeri olan ender insanlardan birisi. Nedir bu insanı bu kadar hatırlatan diye sorarsanız. Onunla tanıştığımdan beri kitap okumayı seviyor, okumadığım zamanlarda da eksiklik hissediyorum. Bana verdiği ilk kitabı  Jose Mauro De Vasconcelos'un   ''Şeker Portakalı'' adlı kitabı ile  kitap yolculuğum başladı.
          Bu abi ile tanıştığım zaman yaz tatiline girmek üzereydik. Ve ben kendisinden o yaz onsekiz tane kitap aldım. Bu kitapları sadece okumakla kalmayıp yazarlarını araştırıp onlara mektuplar yazdım. Kitaplarında beğendiğim ve beğenmediğim karakterleri eleştiren mektuplar.   Lisenin devam eden yıllarında bu alışkanlığım devam etti.
          Şimdi bir öğretmen olarak öğrencilerime kitapla yolculuk yolunu açmaya çalışıyorum. Bunu ödev olarak vermek ben de zamanında ters etkiye sebep olduğu için onları tanıyıp yaşlarına ve psikolojilerine uygun kitapları tavsiye ediyorum. İştahla yaptığı yemeği anlatan usta aşçı misali okumaktan en çok zevk aldığım kitapları kütüphanemde biriktirip, öğrencilerime anlatıyorum. Kitapçıya girdiğimde beynime nüfuz eden kitap kokusunun vermiş olduğu huzur, sayfalarını çevirdiğimde merakla giriş sayfasını okuma isteğim,almak istediğim kitapların listesi ve bu listeye yenilerinin eklenmesi, aldığım her kitabın ben de yeni duygular uyandırması, uykusuz ama kocaman bir gülümsemeyle uykuya dalmak............tarifinin anlatılmakla bitmeyeceği içhuzur.
  Qaa
         


1 Şubat 2017 Çarşamba

ZAMANIN KIYMETİ

ZAMANIN KIYMETİ
 
Tanım olarak baktığımızda zaman; ölçülmüş veya ölçülebilen bir dönem, uzaysal boyutu olmayan süreklilik olarak nitelendirilmektedir. Peki ya soyut olan zaman kavramı; bizim için ne ifade ediyor?  Bugünün dün olmasını mı, yarının gelecek olmasını mı? Zamanın hızla geçtiğini söyleriz. Değişen zaman mıdır yoksa bizler miyiz?... Sorularının genel ama cevaplarının öznel olduğu bir tanımdır zaman.

Zaman tüm canlıların doğup büyüyüp, öldüğü süreci de içine alan çok geniş bir yelpazedir. Bu kocaman zaman yelpazesinde bizim hayatımız sadece bir nokta kadar diyebiliriz. Bu yüzden zamanın kıymetini yaşamadan bilmemiz gerekir. Çünkü her kısıtlı olan şey gibi zamanımız da kısıtlıdır. Önemli olan bu kısıtlı zaman dilimini keşkelerle değil iyikilerle geçirmektir. 

Keşke zamanı geri alabilseydim L (üzüntü ve pişmanlık)
 İyiki zamanında oraya varmışım J(sevinç ve gurur)

Zamanın yetmediği ya da zamanın bir türlü geçmek bilmediği sözlerini sık sık kullanırız. Bu tip sözler daha çok plansızlığın kanıtıdır. Yarın ne de olsa yaparım diyerek zamanı kendimizce erteliyoruz. Aslında zaman hızla geçmekte biz sadece yapmamız gereken işi ertelemiş ve kendimizce savunma mekanizması geliştirmiş oluyoruz. Bir nevi kendimizi kandırıyoruz. Zamanı dolu dolu yaşamak sözü ise hayatın anlamını ve bir daha aynı anları yaşayamayacağını bilen kişilerin söylediği sözlerdir. Bu tip insanlar hayatlarına anlam katan, çevrelerine pozitif enerji veren mutlu insanlardır. Çünkü ne yapacaklarını ya da ne yapmaları gerektiğini bilen insanlardır. Biz bu insanlara zamanın kıymetini bilen insanlar diyoruz.

Unutulmaması gereken en önemli nokta zamanı iyi değerlendirmek bizim elimizde. Hayatı en güzel şekliyle yaşamak için zamanın kıymetini bilmeliyiz.

‘Bir yılın kıymetini sınıfta kalan bilir;
Birayın kıymetini erken doğuran kadın bilir;
Bir ayın kıymetini dergi çıkartan bilir;
Bir saatin kıymetini sevgilisini uğurlamak üzere peronda bekleyen bilir;
Bir dakikanın kıymetini uçağını kaçıran bilir;
Bir saniyenin kıymetini ölümden son anda kurtulan bilir;
Bir salisenin kıymetini gümüş madalya alan bilir;’
Peki ya sen…

                                                                                                          MELDA ATASEVEN

24 Eylül 2016 Cumartesi

Çocuklara Kitap Okuma Alışkanlığı Kazandırma


         Anne babalar çocukların ilk örnek modelleridir yani çocuk gelişiminde bir çok davranışın sebepleri arasında rol modeller ele alınır. Çocuklar modellere bakarak fiziksel ve sosyal rollerini oluştururlar.  Çocuğun kitap okuma alışkanlığını kazanmasında da en önemli etkenlerden bir tanesi çocuğun örnek aldığı anne babadır.
         Milletçe kitap okuma alışkanlığımızın pek fazla olmadığını üzülerek söylemek zorundayım. Ama çocuğumuza kitap okuma alışkanlığı kazandırabileceğimiz de kaçınılmaz bir gerçektir. Nasıl mı?
        Çocukların hayal dünyası biz yetişkinlerinkinden daha geniştir. Özellikle 3-5 yaş grubu çocuklar oyunlarında hayali arkadaşları ve oyuncakları ile konuşur. Bu davranışı o yaş grubu için canlandırmacılık olarak nitelendirilir. Hayal dünyalarını daha da zenginleştirmek için onlara yardımcı olabiliriz.
        İlk olarak dikkatlerini çekebileceğiniz bol resimli ve basit cümlelerle anlatılan kitaplar alın. Çocuğunuzun da kabul edeceği belli saatlerde onu kucağınıza oturtup kitap okuyun. Çocuğunuzun bu süreçte hareketlerini gözlemleyin. Kitabın dikkatini çekmesi için bazı noktalara vurgu yapın. Okuma bittikten sonra anlatılan hikaye ile ilgili basit sorular sorun. ''Hikayedeki kahramanın yerine sen olsaydın ne yapardın?'' şeklinde sorular sorarak onun hayal gücünü arttırmaya çalışın. Kitapçıya gittiğinizde onun kitap seçmesine izin verin. Bu şekilde çocukların kitaplarla tanışmasına yardımcı olabilirsiniz.
       Okul çağına gelen çocuklar da durum biraz daha farklıdır. Artık çocuğun rol modeli öğreteni olmuştur. Ailede başlayan kitap okuma okulda arkadaş ortamında ve öğretmen gözetiminde farklılık gösterebilir. Bu noktada ilk yapılacak şey öğretmen veli görüşmesidir. Çocuğun ilgi alanları tespit edilip ona uygun kitaplar tavsiye edilir. Sınıf ortamında kitap okuma saatleri ayarlanabilir.
       Evde ailecek kitap okuma saatleri belirlenip o saatte evdeki tüm bireylerin kitap okuması sağlanır. Çocuğun ebeveyni ile birlikte kitap okuma saati aidiyet duygusunu arttırdığı gibi sorumluluk kazanmasını da sağlar.
      Okumayı yeni öğrenen bir çocuğun etrafında gördüğü bütün yazıları okumaya çalışması normal bir davranıştır. Doğru okuduğu zaman  çocuğunuzun çabasını destekleyen '' Çok iyi bir okuyucusun,'' şeklinde sözler söyleyin.
      Okuduğu kitaplarla ilgilendiğinizi gösteren sözlerle onunla ilgilendiğinizi gösterin.'' Merak ettim sonra ne olmuş.'' Ya da '' Bana kitap okuman beni çok mutlu eder'' gibi sözlerle onu kitap okumaya teşvik edebilirsiniz.
      Arada sırada çocuğunuzla birlikte kitap fuarlarına, kütüphanelere gidin. Çocuğunuzun yanında kütüphaneye üye olun kendisinin de olabileceğini ve buradan kitap ödünç alabileceğini belirtin.
 Aynı zamanda  eve bir kitaplık alıp çocuğunuzun  kendi kütüphanesini oluşturmasına yardımcı olun.       Çocuğunuzun özel günlerinde ona kitap hediye edin. Örneğin karne hediyesi olarak kitapçıya götürüp istediği kitabı seçebileceğini belirtin.
      Kısacası kitap okuma alışkanlığını kazandırmak için anne babalara ve öğretmenlere çok iş düşmektedir. Unutmayın ki kitap okumak çocukların dikkatini arttırdığı gibi  hayal gücünü ve kelime dağarcığını da geliştirir.
                                       '' Kitapsız büyüyen çocuk, susuz yetişen ağaca benzer''

 

3 Eylül 2016 Cumartesi

ERGENLERLE AİLE İÇİ İLETİŞİM

          Gözlerimizi kapatıp önümüzde uzun bir yolun uzandığını yolun sonunda da bacasından dumanlar tüten evimiz olduğunu  düşünelim. Bu yolun bazı yerlerinde çamurlu su birikintilerinin, bazı yerlerinde papatyalar ve çimenlerin,  bazı yerleri keskin çakıl taşlarının bazı yerlerinde de deniz kumunun olduğunu ve yolu yalın ayak geçmemiz gerektiğini düşünelim. Yolun başında durup ne olacak ki rahatlıkla geçerim diye düşünen kişi de siz olun. Hızlı adımlarla başlayan yürüyüş çamurlu suların ayağınıza bulaşmasıyla kızgınlığa, çimenler ve çiçeklerin arasında adım atarken yüzünüzde kocaman bir gülümsemeye, çakıl taşlarının ayağınıza batmasıyla canınınızın acımasına ve deniz kumunun yumuşaklığı da hayal kurmanızı sağlasın. Yolun sonunda ayaklarınıza baktığınızda yolun ayaklarınızda bıraktığı izleri görebildiniz mi? İşte hepimiz bir zamanlar başında durup kolaylıkla geçebileceğimizi düşündüğümüz bu yoldan acısıyla tatlısıyla geçtik.  Çevremizdeki insanlar özellikle anne ve babalarımız nereden geçersek daha hızlı yol alabileceğimizi ve ayaklarımızın acımayacağını söyleseler de yine aklımıza koyduğumuzu yaptık. Yolun başında başlayan, acı çeksek bile sırf gurur yaptığımız için sesimizi çıkarmadığımız, bastığımız her adımda bize farklı duygular yaşatan bu yol bizim ergenlik dönemimiz oldu.

       Bu seferki yazım da Ergenlik Döneminde yaşanılanlar ve Ergenlerin aile içi iletişimini ele alacağım.
       Toplumsal açıdan bakarsak ergenlik dönemi iklimlere, toplumlara, eğitim seviyesine, sosyoekonomik duruma.... vs. göre değişebilmektedir. Peki bir çok alandan etkilenen bu dönem nedir? Tanım olarak baktığımızda çocukluk ile yetişkinlik arasındaki geçiş dönemidir Ve ortalama 12-21 yaş arası olarak sınırlandırılabilir. Ancak bu sınır önceden belirttiğim bir çok sebepten dolayı esneklik göstermektedir.
      Yaklaşık on yıldır orta okul ve lise grubu gençlere rehberlik yapmaktayım. Çevredeki bir çok insanın bu da sorun mu diyerek hafife aldığı  ama ergen için içinden kolay kolay çıkılamayacak kadar büyük bir çok alanda rehberlik görüşmesi yaptım. Ergenlerin en büyük sorununun ne olduğunu söylemek gerekirse Ailelerinin Kendilerini Anlamamaları olarak bir başlık altında toplayabiliriz.
      En başta da söylediğim gibi ergenlik döneminin uzun yolunda ebeveynler koruyuculuk iç güdüleri ile onlara göre çocuk biz rehber öğretmenlere göre genç dediğimiz ergenleri kendi üsluplarıyla koruma altına almaya çalışmaktadır. Bunu yaparken de her ebeveyn kendine göre bir üslup geliştirir. Gerek kısıtlamalar getirerek, gerek arkadaş gibi oturup konuşarak gerekse aşırı koruyucu tedbirler alarak ergenlerimizi hayata hazırlamaya çalışmaktadırlar. Ve ben senin yaşındayken diye başlayan cümlelerin ardı arkası gelmez. Bu noktada velilerime özellikle söylediğim şey ''Tecrube aktarılmaz sadece anlatılır'' Peki ne yapılmalı ? Sabır isteyen ama başarıyla sonuçlandığını gördüğümüz çok örneğimiz oldu. Neler mi bunlar?
     Anne babaların görevi çok ev, iş, hayat şartları hele bir de  kardeşler evet bazı noktalarda haksız sayılmazlar. Ama zaman ayrılması gereken bir ergenimiz var, birlikte vakit geçirilmesi gereken, her zaman yanında olacağınızı hissetirmeniz gereken.
    Çocukluktan yetişkinliğe geçilen bu karmaşık dönemde her ne kadar yetişkinlere göre basit olsa da sorunlarını paylaşması için yakınlık gösterip,ortam hazırlayın ve daha da önemlisi ergene saygı gösterin ki o da size saygı göstersin. ''Sen daha çocuksun sus krışma ''gibi cümlelerle onun içe dönük olmasına sebep olmayın
    Ergenlik dönemini sadece fiziksel değişim olarak değil aynı zamanda duygusal değişimin olduğu bir dönem olarak düşünüp empati kurun.
    Her zaman yanlışlarını değil doğru yaptıklarını da farkettiğinizi belirtin. Kısacası bardağın dolu tarafını da gösterin.
  Öğrencilerimden gelen en çok şikayet BAŞKALARI İLE KARŞILAŞTIRMAYIN. Bu noktayı inanın ki anlamıyorum. Ablan-abin bak okudu ..... ünv. kazandı. Sen de..... diye başlayan cümleler ve bu cümlelere maruz kalan ergenlerdeki yaralar.  Sadece anne babaya karşı değil karşılaştırılan kişiye karşı da düşmanlık böyle cümlelerle başlıyor. ''Bir elin beş parmağı birbirine benzemez'' sözü böyle bir durum karşısında çok anlamlı.
   Her ne kadar yaşları küçük olsa da ergenlerin düşüncelerini dinleyin, fikirlerini sorun. Onlara bir birey olduklarını hissettirin.
   Çocukların ilk örnek aldıkları kişiler ebeveynleridir. Eğer yapmasını istemediğiniz bir davranışları varsa onlara iyi örnek olmanız gerekmektedir.
   Her insanın yanlış yapabileceğini düşünüp hata yapan ergeni başkalarının hele de arkadaşlarının yanında rencide etmeyin. Öfkeliyseniz öfkenizi kontrol edip yalnız kalabileceğiniz bir ortamda konuşun.
   Ergenlik döneminde olan çocuklarınıza lakap takmayın hakaret etmeyin. Bu gibi sorun yaşayan bir çok gençte özgüven eksikliğinin ortaya çıktığını unutmayın.




    Devamlı öğütler vererek bunaltmayın. Çünkü belli bir noktadan sonra sizi sadece dinliyormuş gibi görünen bir ergen modeli karşımıza çıktığını belirtmem gerekiyor.
   Gençlerin kendi ayakları üzerinde duran, sorumluluklarını bilen, özgüveni yüksek ve mutlu bireyler olabilmeleri önce anne babalarıyla olan iletişimlerine bağlı. Bu zorlu yolda en büyük görev onlara düşmektedir. Unutmayın yetişkinlerle ergenler arasında dengeli bir ilişki kurmak onların hayata daha güvenilir adımlarla başlamasını sağlamaktadır.



2 Ağustos 2016 Salı

GÖKÇEADA :)

        Türkiye içinde bir çok yer gezdim ama bu gezilerimi sadece fotoğraflarla değil blog yazılarımla da anlatmak istedim. İkinci blogum Gökçeada gezimiz oldu. Geçen yılki Bozcaada feribot bekleme rekorumuzu kıramasak da Gelibolu feribot iskelesinde  3,5 saatlik  sıra bekledikte sonra feribota kendimizi atabildik. 1 saati geçen bir yolculuktan sonra Gökçeadaya geldik. Bu seferki gezimizde çadır kampı düşündük. ve önceden belirlediğimiz Yıldızkoy Çadır Kamp yerine akşamüstü ulaştık. Çadırımızı kurup içine yerleştikten sonra denize girelim dedik. Ancak açık deniz olmasından ve bulunduğumuz yerin kayalık olmasından dolayı deniz çokkkk dalgalıydı. Güzel olan yanı ise kalabalık olmamasıydı.

        Akşam üstü güneş batmadan etrafı keşfe çıktık. Bu arada kamp yerimizde rocker tipli kişilerin olması da bizi buraya getirmişti. Kimse kimseye karışmıyor. Gece geç saatlere kadar mini bar gibi bi yerde müziğin devam etmesi çocuklu aileler için olmasa da (ki çocuklu gelenler de vardı) çiftler ve hayvanlardan korkmayanlar için uygun bir ortam. Elemanların çoğunun köpeklerinin olması, köpeklerin çadırların arasında dolaşmaları, yemek saatlerinde sahiplerinin peşinde masaların sandalyelerin arasında dolaşmaları eğlenceli bir ortamdı. Nerde kalmıştık etrafı keşfedelim dedik. Denizde biraz serinledikten sonra kamp hayatını bilenlerin ve lükse çok önem vermeyenlerin anlayışla karşıladığı duş yerlerinde duşumuzu aldık.
      Kamp alanının biraz ilerisinde tepeden sonra sahile inen bir yol keşfettik ve Gökçeadanın rum müziklerinin yankılandığı Kaleköy'e indik. Gün batımının her renginin denizle dans ettiği bu sahile bayıldık.

20 Temmuz 2016 Çarşamba

ÇANAKELE GEZİMİZ


Eskiden bayramlar benim için turlar, gezilecek yeni yerler yani tatil demekti. Evlendikten sonra bir bayramımız akraba ziyareti ile geçti. Allahtan eşimde en az benim kadar gezmeyi seviyor J. Bu bayram da hazır aileler ziyaretimize yeni gelip gitmişlerken memleketlere gitmeyelim bi plan yapalım dedik. Ve benim özellikle en çok istediğim yerlerden biri olan Çanakkale’ye gitmeye karar verdik. Gezimizin planı Çanakkale de bir gün şehitlik turu yapıp sonrasında Gökçeada’ya geçmekti. Ve bu planı bayrama üç gün kala yaptık. Otele, pansiyon bulabilme ihtimalimiz yok derken şansımıza onları da ayarladık.







İstanbul’dan gök gürültülü  yağmurlu bir bayram sabahı çıktık yola. BOĞAZ Köprüsünden geçerken İstanbul’un sessizliği, trafiğin azlığı şaşırtıcı olduğu gibi bir o kadar da güzeldi. Yolda eşime co plotluğun yanı sıra  mp3ten ayarladığım müziklerle de djlik yaparak yolumuza devam ettik.  Yolun uzunluğundan ziyada yeni yerler görmenin heyecanı ile o güzel sesimle şarkılara eşlik edip şoförümün uyanık kalmasını sağladımJ. Tabii hem şarkı söyle, hem co plotluk yap malumunuz acıktım. Yoldaki tabelalardan uçaklı resmi olan tabela dikkatimizi çekti. Sonrasında hemen forsuquardan küçük bir araştırma ile bu uçaklı yerin köftesinin meşhur olduğu yorumlarından hemen ağzımızın suları akmaya başladı ve kmleri saymaya başladık. Yurdanurlar Köfte ama bizim için adından ziyade o arka bahçesindeki koca uçağın oraya nasıl geldiği önemliydi. Tabii bunu aç karnına düşünmeyelim dedik. Ve o muhteşem köftelerinden afiyetle yedik. Yanına bakır bardaklarda ikram edilen yayık ayranından içmeden olmaz. Yemekten sonra restoranın arka bahçesindeki  uçağı incelemeye çıktık. Kocaman bir kargo uçağı ve adamlar bu uçağı karadan getirmişler. Bu anı ölümsüzleştirip yolumuza devam ettik.