20 Temmuz 2016 Çarşamba

ÇANAKELE GEZİMİZ


Eskiden bayramlar benim için turlar, gezilecek yeni yerler yani tatil demekti. Evlendikten sonra bir bayramımız akraba ziyareti ile geçti. Allahtan eşimde en az benim kadar gezmeyi seviyor J. Bu bayram da hazır aileler ziyaretimize yeni gelip gitmişlerken memleketlere gitmeyelim bi plan yapalım dedik. Ve benim özellikle en çok istediğim yerlerden biri olan Çanakkale’ye gitmeye karar verdik. Gezimizin planı Çanakkale de bir gün şehitlik turu yapıp sonrasında Gökçeada’ya geçmekti. Ve bu planı bayrama üç gün kala yaptık. Otele, pansiyon bulabilme ihtimalimiz yok derken şansımıza onları da ayarladık.







İstanbul’dan gök gürültülü  yağmurlu bir bayram sabahı çıktık yola. BOĞAZ Köprüsünden geçerken İstanbul’un sessizliği, trafiğin azlığı şaşırtıcı olduğu gibi bir o kadar da güzeldi. Yolda eşime co plotluğun yanı sıra  mp3ten ayarladığım müziklerle de djlik yaparak yolumuza devam ettik.  Yolun uzunluğundan ziyada yeni yerler görmenin heyecanı ile o güzel sesimle şarkılara eşlik edip şoförümün uyanık kalmasını sağladımJ. Tabii hem şarkı söyle, hem co plotluk yap malumunuz acıktım. Yoldaki tabelalardan uçaklı resmi olan tabela dikkatimizi çekti. Sonrasında hemen forsuquardan küçük bir araştırma ile bu uçaklı yerin köftesinin meşhur olduğu yorumlarından hemen ağzımızın suları akmaya başladı ve kmleri saymaya başladık. Yurdanurlar Köfte ama bizim için adından ziyade o arka bahçesindeki koca uçağın oraya nasıl geldiği önemliydi. Tabii bunu aç karnına düşünmeyelim dedik. Ve o muhteşem köftelerinden afiyetle yedik. Yanına bakır bardaklarda ikram edilen yayık ayranından içmeden olmaz. Yemekten sonra restoranın arka bahçesindeki  uçağı incelemeye çıktık. Kocaman bir kargo uçağı ve adamlar bu uçağı karadan getirmişler. Bu anı ölümsüzleştirip yolumuza devam ettik.



Zaman baya ilerledi ve eğlenceli yolculuğumuz benim iki bardak içtiğim o buz gibi ayranlarla yarı uyuklayarak yarı o güzelim ayçiçeği tarlalarının sımsıcak sarı renklerine dalarak geçti. Arada eşime ayçiçeklerin güzelliklerine bak derken hafiften içim geçmiş. Ne zaman sonra arabanın durduğunu fark edebildim. Ve sağolsun eşim ayçiçeklerin kocaman olduğu bir tarlanın kenarında durmuş. Bu güzel manzarayla uyanıp fotoğrafını çekmemek olmaz dedik ve hemen manzarada yerimizi aldıkJ.
Ve bu anıda ölümsüzleştirerek artık daha da geç olmadan Eceabata gitmemiz gerektiğine karar verip bastık gaza. Çanakkale deyince benim içim burulur. Ama etkisinin bu kadar erken olacağını tahmin etmemiştim. Eceabatta yine internetten bulduğumuz feribota yakın olan Ejder Otele geldik. Yine yorumlarda bahsedildiği gibi sıcak bir karşılama ve aile ortamının olduğu fiyatlarının uygun olduğu otelimiz. Tatil planını son üç günde yapmış olmamızdan dolayı fiyatı en uygun bulduğumuz otelimiz. İstediğimiz şey hemen yerleşip ertesi gün için planladığımız şehitlik turunu ayarlamaktı. Otelin sahibi Efe Bey bu konuda otelin anlaşmalı olduğu tur şirketlerinin olduğunu istersek yardım edebileceklerini söylediler 80 tl ücret karşılığında. Bir yerleşelim düşünelim dedik ve odamıza çıktık. Otel sahibinin samimi ve otelin iskeleye yakın olması yorumları bizi bu otele getirmişti. Ancak eksik olan nokta odasının çok çokkkk küçük olmasıydı. Bir çok otelde kalmıştık ama gördüğümüz en küçük oda bu odaydı. Sadece yatağın ve dolabın sığdığı yatağın yanından yan yan geçtiğimiz eşyalarımızı dolaba zor yerleştirdiğimiz odaya alışmaya çalıştık. Sadece yatmaya geleceğiz nede olsa bu da buradaki şansımız dedik ve daha fazla üzerinde durmadık. Eceabat kıyı sahilinde şirin ve küçük bir ilçe. Çanakkale’nin feribotla kısa mesafede olmasından dolayı akşam yemeğimizi yemek için Çanakkaleye gitmeye karar verdik. Önce sahil şeridini keşfettikten sonra bir sahil yerinde  tabiî ki balık yenir diyerek yine Forsuquardan buranın en çok puan alan yerini Yalı Balık ve Kumpir Evini bulduk. Gerçekten de bahsedildiği gibi balıkları taze ve adamlar hızlı. Mezgitimizi afiyetle yedikten sonra hemen midyesiz olmaz dedik ve midye dolmalarımızı da hüplettik. Eeeeee tabi yediklerimizi eritmemiz lazım diyerek sahili baştan sona yürüdük. Sahilin en kalabalık yerinde  Truvalı Helen ve Paris’in bir ülkeyi yok eden  destansı aşk hikayelerinin anlatıldığı ve baş rollerini Brad Pitt’in oynadığı Truva filmindeki o içine saklandıkları tahta at gelen turistler yani bizler için poz vermelik duruyordu. Tabii ki de hemen  fotoğrafımızı çekildik.

Mis gibi deniz havasını ciğerlerimize çekerken yine bir kalabalık gördük. Benim için dünyanın en mükemmel yiyeceği olan dondurma kuyruğu gözümden kaçmadı. Eşimin bana yine mi bi şeyler yiyeceksin bakışına aldırmadan kendimi sırada buldum. Kordonun en meşhur  pastanesi olduğu yine en çok yorumları arasında. Sıcak kornet külah kokusundan belli zaten diyerek çok bahsedilen balbademli dondurmasından aldım. Bana şişko muamelesi yapan eşim dondurmamın yarısını götürdükten sonra gerçekten de bademli dondurmasının muhteşem olduğuna karar verdim. Ağzıma gelen bütün bütün bademler ertesi günde buradan dondurma almamı sağladı. Tabii bu sefer paylaşmamak koşuluylaJ. Daha fazla bi şeyler yemeden artık yorulduğumuza karar verdik otel için feribota binmeden önce iskelenin hemen solunda bulunan bir sürü tur şirketinden ertesi gün için şehitlik turumuzu da60 tl ye ayarladık. Bizi önce Eceabattan alabileceklerini söylediler, sonra  Kilitbahire dolmuşla geçmemiz gerektiğini tur otobüsünün oraya geleceğini belirttiler. Ok diyerek otelimize geri döndük.
                Rüzgarlı ve dalgalı boğaz havasında mis gibi deniz ve çam kokuları eşliğinde güne uyandık. Kahvaltımızı otelde yaptıktan sonra 10:00 da Kilitbahir İskelesinde olmak üzere dolmuşa bindik. Şirin bir çay bahçesinde otobüsümüzün gelmesini bekledik 1 saat.Sonra nasıl bir karışıklık olmuşsa bizi almaya Eceabata gittiklerini haber verdiler. Sonra bu anlaşmazlık düzeltildi ve bizim olduğumuz yere Kilitbahir’e geldiler ve buradan turumuza başladık. İlk olarak Fatih Sultan Mehmet’in yaptırdığı Kilitbahir Kalesini gezdik. Kilitbahir Denizlerin kilidi adına yakışır bir şekilde tüm görkemiyle boğazın girişinde boğaza giren gemileri selamlıyordu.

Daha sonrasında yakın tarihimizin yaşanmışlıklarının anlatıldığı Namazgah Tabyasını ve Deniz Müzesini ve Rumeli Hamidiye Tabyasını ziyaret etmek üzere otobüslerimize bindik. Tur rehberimiz Reyhan Hanımın etkileyici anlatımı eşliğinde benim için Çanakkale’nin gerçek anlamı başlamış oldu. Ve nedense burnum sızlamaya başladı. Namazgah Tabyası adında anlaşılacağı üzere Çanakkale Deniz Savaşlarının başladığı dönemde askerlerin namaz kıldıkları alan. Ve Deniz Müzesinde sergilenen savaş aletleri göz yaşlarımın kendiliğinden akmasına sebep oldu. En etkileyicisi ise havada çarpışan kurşunlar ve savaşta ayakkabının içinde kalmış ayak kemiği. Kısa bir sinevizyon gösterisinden sonra telsiz konuşmalarının yapıldığı küçük bir odaya geçirildik. Top sesleri ve savaş anını anlatan konuşmaları dinledik. Müzeden çıktığımızda her ne kadar tur rehberimiz turuna katılanlara özellikle yanlış olduğunu söylese de ben özellikle herkesin görmesi için Seyit Onbaşı’nın Anıtının önünde fotoğraf çektim. Aslında gerçekte Seyit Onbaşının o topu sırtına alarak kaldırdığı bilinse de bu kocaman heykelde kucağında 215 kiloluk bir top kaldırmış görünüyor. Rehberimiz bu heykelin yanlış olduğunu ve mahkemesinin hala devam ettitiğini belirtti.


Gezimiz boyunca Selfie çubuğu kullanmaya yeni başlayan bizler iyiki böyle bir şey almışız dedik. Yoksa tek tek fotoğraf çekilmek zorunda kalacaktıkJ. Bundan sonraki gezi boyunca rehberimizin anlattıkları, bugüne kadar  tarih derslerinde okuduklarımız bir de yaşananlar savaş alanıyla birleşince ben de duygu patlaması oldu. Gelibolu yarımadasında bir tane gerçek şehitlik olduğunu öğrendiğimde gerçekten üzüldüm. Neden mi? Çünkü kabristan olarak bilinen tek bir yer var geri kalanlar mezar taşı şeklinde düzenlenmiş. Ama şu da bir gerçek bu yarımadaının her yeri bir kabristan.
                Şehitlik Anıtlarından bir tanesinde rehberimiz burada bir tane mezar var demesi yine dikkat çeken anlardan bir tanesiydi. Meçhul Asker mezarı. Hikayesi daha da üzücü. Anzaklardan bir tanesi savaş hatırası diye öldürdüğü Türk Askerinin kafasını kesip Avusturalya’ya götürüyor. Orada mumyalayarak 85 yıl kadar o kafayı saklıyor. Bu adamın torunlarından bir tanesi bunu kabullenemeyip Avusturalyadaki Türk Büyükelçiliğine teslim ediyor ve 2003 yılında  bu kesik baş Çanakkale Şehitleri Anıtında defnediliyor.  Burada da dualarımızı edip yolumuza devam ettik.  Savaş sırasında Sahra Hastanelerinin kurulduğu tepeleri ziyaret ettiğimizde yine buralarda yaşanan olaylar şehit olan askerler, anlatılanlar benim göz yaşlarıyla buradan ayrılmama sebep oldu.
Gezimizin bir diğer durağı Çanakkale Abidesi  tabanındaki görkemli Türk Bayrağı ile boğazdan geçen gemileri karşılarken bu toprakların nasıl kazanıldığını gösteren görkemli yapısı ile göz kamaştırıcı bir şekilde yükseliyordu. 


 Duygu yüklü gezimizde açlığımız aklımıza pek gelmedi. Tura katılan ailelelrin küçük çocukları biz acıkdık diyene kadar. Rehberimiz mola yerine geldiğimizi belirterek küçük bir derenin kenarında kazların tavukların gelen misafirlerden yiyecek alabilmek adına aç gözlerle baktığı bir restorana geldik. Orada tura dahil olan köfte, pilav ayranımızı içtikte sonra ağaçların gölgesindeki dere kenarına gidip çocukaların kazlara ve su kaplumbağalarına ekmek atmalarını izledik ve biz de onları doyurduk. Turumuzun bitmesine 2 saat kadar zaman kalmıştı.  Otobüslerimize binip 57. Alay Şehitliği bulunduğu tepeye gittik. Mustafa Kemal’in Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum! Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler ve komutanlar geçebilir”  sözleri o anlarda kulaklarımda yankılanmaya başladı. Hele bir de burada yatan şehitlerin okullarını bırakıp savaşa katılan öğrenciler olduğunu duyunca Çanakkale Savaşının ne zorluk ve fedakarlıklarla kazanıldığını bir kez daha anlamış oldum. 57. Alay Şehitliğinde bulunan bir çocuğun elini tutan yaşlı dede heykeli ise Balkan Savaşlarına katılıp oradan da Çanakkale Savaşlarına katılan gazimiz Hüseyin Kaçmaz’ın heykelidir. Çanakkale Savaşlarının en son vefat eden gazisi yanındaki çocuk ta torunuymuş. Şuan bu satırları bile yazarken göz yaşlarımı tutamıyorum. Nur içinde yatsın tüm şehitlerimiz.


 

 

                       


















Turumuzun son durağı olan adanın tepesindeki savaş zamanındaki siper yerlerini ziyaret ettik.  Bu tepelerde bir dönemi  sona erdirip bir dönemi başlatan şehitlerimizin kanları ile sulandığını hatırlayarak göz yaşlarımızı içimize akıtarak turumuzu tamamladık.




                     




Bugün şansımıza Çanakkale hafif bulutlu ve bol rüzgarlıydı. Çanakkaleyi gezeceksen baharda git diyen arkadaşlarımı dinlemedim ama şanslıydım diyorum. Buraya gelmede önce mutlaka yanınıza almanız gerekenler şapka, gözük en azından benim iyiki almışım dediğim iki şey.  Boğaz havasının serinliğinde üşüme istemeyenler için de özellikle akşamları mutlaka ince bir hırka. Özellikle feribotla Çanakkale Eceabat arası eğer feribotun açık alanında oturuyorsanız mutlaka yanınıza almanız gereke şeyse ince bir hırka gerçekten tüylerim diken diken oldu. Turu bitirdikten sonra ne mi yaptık dediğim gibi boğazın esintisi ile Çanakkale kordona geçtik. Çanakkale'ye gelmişken dün kapalı olan deniz müzesini gezmeden geçmeyelim dedik ve burayı da ziyaret ettik. Sonra neresi mi tabii ki dün balık yediğimiz Yalı Balık ve Kumpir evine gidip bu seferde meşhur kumpirinin tadına baktık. Karnımızda doyduğuna göre artık otelimize dönebilirdik. Bugün yaşadıklarımızın burukluğu ve üzüntüsü içinde 101 yıl öncesine gittik ve sessizliğimizle şehitlerimizin ruhları için dua ettik.


Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın 
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
 
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın
 
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.
 

Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda
 
Gördüğün bu tümsek Anadolu'nda,
 
İstiklal uğrunda, namus yolunda
 
Can veren Mehmed’in yattığı yerdir.
 

Bu tümsek, koparken büyük zelzele,
 
Son vatan parçası geçerken ele,
 
Mehmed’in düşmanı boğdugu sele
 
Mübarek kanını kattığı yerdir.
 

Düşün ki, haşrolan kan, kemik, etin
 
Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin
 
Bir harbin sonunda bütün milletin
 
Hürriyet zevkini tattığı yerdir.

Necmettin Halil Onan

                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                               06.07.2016

Hiç yorum yok: